içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

Süveyda Hadisesi ve Arap Aşiretleri
Ortadoğu, tarihin hiçbir döneminde bu kadar kırılgan, bu kadar parçalı ve bu kadar dış müdahaleye açık olmamıştı. Suriye’nin Suveyda şehrinde son günlerde yaşanan Dürzî milislerle Arap aşiretleri arasındaki silahlı çatışmalar, aslında çok daha derin bir gerçeği yeniden gün yüzüne çıkardı: Aşiret yapıları, bu coğrafyada hâlâ en etkili, en örgütlü ve en dinamik sosyopolitik güçlerden biridir.
 
Unutmamak gerekir ki, Suriye nüfusunun %55’inden fazlası aşiret kökenlidir. Bu, sadece sosyolojik bir veri değil; aynı zamanda bölgedeki siyasal istikrarın veya istikrarsızlığın, doğrudan bu yapılarla bağlantılı olduğunu gösteren stratejik bir gerçekliktir. Suveyda’daki gerilim, bu gerçeğin sahadaki yansımasından başka bir şey değildir.
 
Aşiret Geleneği Anadolu’da da Yaşıyor
 
Sadece Suriye değil, Türkiye’nin özellikle Güneydoğu, Doğu ve İç Anadolu bölgelerinde de aşiret geleneği canlılığını korumaktadır. Bugün bile binlerce aile, aşiret kimliğiyle yaşamını sürdürmekte; bu yapılar yerel topluluklarda hem sosyal hem de kültürel aidiyetin temelini oluşturmaktadır. Bu gelenek, Anadolu’nun hafızasında derin köklere sahiptir ve Türkiye’nin iç dinamiklerinde de göz ardı edilmemesi gereken bir gerçektir.
 
Dolayısıyla aşiretler sadece sınır ötesi bir unsur değil; aynı zamanda Türkiye’nin kendi toplumsal dokusunda da varlığını sürdüren tarihî ve sosyolojik bir olgudur. Bu nedenle hem iç hem dış politikada aşiret yapısını anlayan, tanıyan ve ona saygı gösteren bir yaklaşım, Türkiye’nin toplumsal barışına ve bölgesel etkinliğine ciddi katkı sunacaktır.
 
Osmanlı’dan Kut’ül-Amâre’ye Uzanan Aşiret Geleneği
 
Osmanlı İmparatorluğu, Arap coğrafyasındaki bu aşiret potansiyelini çok önceden fark etmişti. Bu yüzden 19. yüzyılda Aşiretler Mektebi kurularak, aşiret reislerinin çocukları İstanbul’da eğitilmiş, devletle bağları güçlendirilmişti. Bu vizyonun somut yansımalarından biri de, kuşkusuz Kut’ül-Amâre Zaferi olmuştur. Bu zafer, Arap ve Kürt aşiretlerinin gönüllü desteğiyle Osmanlı’nın İngilizlere karşı kazandığı tarihi bir başarıdır.
 
Benzer bir örnek de Afganistan’da Sovyet işgaline karşı verilen mücadelede görülmüştür. Aşiretler, burada da mücahit grupların omurgasını oluşturmuş; dağlık ve zorlu coğrafyada Sovyet ordusuna karşı dirençli bir yapı kurmuştur.
 
Batı Ajanlarının İlk İlgilendiği: Aşiretler
 
Tarihin birçok döneminde bölgeye gönderilen Batılı ajanlar –Lawrence, Gertrude Bell, Van Mak, Openhagen, Alp Layd gibi isimler– ilk olarak aşiretlerle temas kurmuştur. Çünkü bölgede toplumu yönlendiren, savaşa katılan, barışı sağlayan veya bozan güç her zaman aşiretler olmuştur. Batılılar bu gerçeği erken kavramış, aşiretleri stratejik ortak ya da hedef olarak değerlendirmiştir.
 
SDG Örneği: Aşiret Çocuklarıyla Kurulan Bir Yapı
 
Bugün dahi bu durum değişmiş değildir. Suriye Demokratik Güçleri (SDG), özellikle Deyrizor, Rakka ve Haseke gibi bölgelerde Arap aşiretlerinin çocuklarını saflarına katarak silahlı yapılarını genişletmiştir. Üstelik SDG’nin bünyesinde, aşiretlerle ilgilenen özel bir birim dahi kurulmuştur. Bu da, bölgedeki güncel aktörlerin aşiret yapılarını ne kadar stratejik gördüğünü ortaya koymaktadır.
 
Türkiye Ne Yapmalı?
 
Bugün İsrail’in sınır tanımaz saldırgan tutumu ve bölgede artan gerilimler nedeniyle Ortadoğu’da hiçbir sınırın güvenli olmadığı bir döneme girilmişken, Türkiye bu süreçte sadece resmi diplomasiyle değil; toplum temelli, kültür odaklı bir dış politika aracı geliştirmelidir.
 
Bu bağlamda Türkiye:
Çağımıza uygun şekilde yeniden tasarlanmış bir “Aşiretler Mektebi”,
Bölgeyi sosyolojik ve stratejik olarak analiz edecek bir “Aşiretler Enstitüsü”,
Yerel halkla doğrudan bağ kuracak aşiret ilişkileri diplomasi birimi
 
oluşturmalıdır.
 
Bu birimler, yalnızca askeri ya da istihbari değil; aynı zamanda kültürel yakınlaşma, insani yardım ve kalkınma politikaları açısından da önemli bir zemin oluşturacaktır.
 
Sonuç: Aşireti Tanıyan, Bölgeyi Kazanır
 
Suveyda’daki çatışmalar, Suriye’nin sosyal yapısının yüzde elliden fazlasını oluşturan aşiretlerin dikkate alınmadığı bir düzende, ne devletlerin ne de dış aktörlerin başarılı olamayacağını gösteriyor. Aynı şekilde, Anadolu’daki köklü aşiret geleneklerinin de unutulmaması gerekiyor. Aşiretlerle doğru ilişki kuran, bölgeyi doğru okur. Aşireti tanıyan, Ortadoğu’yu kazanır.
 
Türkiye, bu potansiyeli göz ardı etmeden, Osmanlı’dan miras aldığı bu tecrübeyi çağın ihtiyaçlarına uygun bir modelle yeniden inşa etmelidir. Çünkü artık sahada kazanmak için sadece ordu değil; toplumun damarlarına ulaşan yeni bir vizyon gerekmektedir.
Bu yazı 152 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum