içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

MAKASIDU’Ş-ŞERîA-1

Makasıdu’ş-Şerîa, İslam hukukunun (Şeriat) müstakil araştırma alanlarından biridir. Bu alanın maksadı, İslam hukuku ilkelerinin maksadı nedir, neyi gerçekleştirmeye çalışıyor ve bu ilkelerin amacı neye matuftur? Kısacası bu ilkeler birey ve topluma ne gibi faydalar sağlamakta veya ne gibi zararları önlemektedir. Örneğin namazın, orucun, zekatın, haccın farz olması bireye ve topluma ne gibi faydalar sağlamakta, uyanlar neleri kazanmaktadır? Bir Müslüman niçin namaz kılmak, zekat vermek zorundadır, bunun amacı nedir? İçki, kumar, hırsızlık, yalan, dolandırıcılık niçin haramdır? Müslümanları bunlardan korumak ne gibi faydaları sağlamaktadır?
İslam hükümlerinin iki yönü var: 
1. Allah’a ve Rasûlü’ne bakan yönü. Müslüman Allah’ın rızasına kavuşmak amacıyla Allah’a kulluk eder, emir ve yasaklarına uyar; şefaatine nail olmak gayesiyle Rasûlullah (s)’a ittiba eder, sünnetine uyar. Bu, İslam’ın temel, ana ve vazgeçilmez eksenidir. Buna dayanmayan her şey temelsiz ve içi boş bir çabadır. Bu yön, insan ile Allah ve Rasûlü arasında bir ilişkidir ve onları ilgilendirir. Kimse Allah ile kul arasına giremediği gibi Rasûlü ile ümmeti veya ümmetinin bir bireyi arasına da giremez, onlar adına karar veremez, bağışlayamaz, mükafatlandıramaz veya  cezalandıramaz. Allah, günah işlesin işlemesin dilediğini bağışlar ve dilediğini cezalandırır. (2/284) Hakeza Rasûlullah (s) da istediğine şefaat eder, istemediğine etmez. Kelime-i Şehâdet’e bakılırsa, Allah’ın affetmediğine Rasûlullah (s) şefaât etmez; Rasûlullah (s)’ın şefaat etmediğini Allah affetmez. Nasıl Kelime-i Şehâdet bölünemiyor ve birine inanmak, diğerine inanmamak söz konusu değilse, Allah ve Rasûlü’nün rızası da bölünemez ve ayrı düşünülemez.
2. İnsanlara bakan yönü. Bu, Müslüman’ın sosyal ilişkileri demektir. Yani Müslüman’ın Müslümanlarla ve Müslüman olmayanlarla muamelesi ve davranışları demektir. Bu yön, ‘kul hakkına riayet’ şeklinde de ifade edilebilir.
Makasıdu’ş-Şerîa incelendiğinde, bütün farz, vacib ve sünnetlerin maksadının; bütün haram ve mekrûhların amacının ‘kul hakkına riayet’i sağlamak olduğu görülecektir. Örneğin Allah’a iman etmek. İlk etapta bunun, Allah’a bakan bir yön olduğu, sosyal ilişkiler olan ‘kul hakkı’na bakan bir yönü bulunmadığı sanılabilir. Oysa Allah’a inanmak için İslam’ın, sosyal ilişkileri kapsayan diğer dört şartına (namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek) da inanmak ve uygulamak gerekir. Bunlara inanmayanın Allah’a iman etmesi geçersizdir. Hakeza, kul hakkına yönelik haramlara da inanmayanın imanı geçersizdir. Bu bağlamda farz ve vaciblere uymak ile haramlardan sanınmak (buna kul hakkına riayet denir) Allah’a inanmanın alt yapısını oluşturur.
Semavî veya beşerî bütün hukukların amacı sosyal ilişkiler dediğimiz ‘kul hakkını korumak’ olduğu gibi ‘her bireye hakkını veya cezasını vermek’ olan adaletin de amacı budur. Ne acıdır ki imanın alt yapısını oluşturan ‘kul hakkı’ndan kimse doğru dürüst bahsetmezken ‘kul hakkını koruma’yı amaçlayan iman her kesimden herkesin dilindedir. Allah’ın kulu üzerinde hakkı var mıdır? Bence yoktur. Kul kim ki Allah ondan hak talep etsin. Allah emreder, gerekçesini sorgulamadan kul mutlak itaat eder ve emrini yerine getirir. 
Birinin Allah ile arası iyidir veya kötüdür. Beni ilgilendirmez. O, Allah ile kulu arasındaki bir meseledir ki ben o araya giremem. Müdahale etsem bile bu kul, Allah’ın emrine uyup ‘kul hakkı’nı koruduğu nedeniyle takdir etmek veya Allah’ın emrine riayet etmeyerek başkasının hakkına girdiğinden tekdîr ve eleştirmek amacıyla; yani ‘kul hakkı’nı savunmak için müdahale ederim. Bu, Rasûlullah (s)’ın ‘elinizle, dilinizle mennedin veya kalbinizle buğzedin’ buyurduğudur.

 

Bu yazı 82 defa okunmuştur.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum