-
Mustafa KIR
Tarih: 19-04-2025 12:39:00
Güncelleme: 19-04-2025 12:39:00
Tavukçu Hoca Hem Bir Okul Hem de Ekoldür.
(Tavukçu) Hocamı vefatının 20. Yılı münasebetiyle rahmetle anıyorum. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
Talebesi olmakla iftihar ettiğim, tahsil ve terbiyemi kendisine borçlu olduğum Mustafa Avşar Hocam isminden daha çok Tavukçu Hoca lakabıyla tanınan, İskilip’in manevi mimarlarındandır. Ömrünü İslam’a, Kur’an’a adayan binlerce hafız ve Kur’an okuyucusu yetiştiren Kur’an aşığı ve bir Kur’an hadimidir.
Mustafa Avşar Hoca isminden Tavukçu Hoca lakabıyla tanınır. Kendisinin Tavukçu lakabıyla anılması duyanlar tarafından hep merak konusu olmuştur. Genellikle köylerimizde aşağı yukarı herkesin ismi dışında anılan bir de lakabı vardır. Öğrendiğim kadarıyla tavukçu lakabı; hocamızın köyü olan Bey oğlan köyünde öküz kağnısını götürürken bir tavuk kağnı tekerinin altında kalarak ölür. Tavuğun sahibi olan kadın: “Tavuğumu öldürdün tavukçu, tavukçu” diye bağırır. Daha sonra köyünde lakabı tavukçu kalır. Daha sonra Hocamız köyünden İskilip’e yerleşmiş olsa da hep lakabıyla birlikte anılmaya devam eder. Hocamız da bu lakabıyla anılmaktan hiç rahatsızlık duymaz.
Kur’an sevdası kor gibi hocamızın yüreğine düşer.
Ülkemiz 1912 yılından sonra 1. Balkan savaşını 1. Dünya savaşını ve İstiklal harbini peş peşe yaşamış bu üç büyük savaştan da çok ağır insan kaybı verilerek çıkılmıştır. Kıtlığın diz boyu olduğu ve insanlarımızın kuru arpa ve buğday ekmeğine hasret kaldığı, devletin askere ihtiyaç duyduğu bir dönemde hocamızın ağabeyi hasta olduğu için kendisi 16 yaşında iken mecburen askere alınmıştır. Mustafa Avşar Hoca II. Dünya savaşının olumsuz etkilerinin devam ettiği bir dönemde askerliğini Sarıkamış’ta yapmış ve 48 ay hiç izin almadan askerliğini tamamlamıştır. Hocamız kıtlık ve fakirlik dolaysıyla Askere gidinceye kadar buğday unundan hiç ekmek yiyemediğini kendisi anlatmıştır.
Askerlik dönüşü kendi köyü olan Bey oğlan köyünde iken bir gün İskilip'e gider ve namaz kılmak için İskilip Ulu camine girer. (Çarşı Camii) Camide namazdan sonra Rizeli meşhur Hızır hafız aşrı şerif okur. İşte bu dinlediği Kur’an bir kor ateşi gibi hocamızın yüreğine düşer. Hızır hafızdan Kur’an okumaya ve ders almaya başlar.
Okuyacağı dersi 80 adet fasulye sayısınca tekrar ederdi.
Hızır Hafız İskilip'ten ayrılınca Oğuzlar (Karaören)' de terzilik yaparak geçimini sağlayan ve aynı zamanda camii imamı olan İsmail Efendi’ye uzun süre talebelik yapar. Bu sürede Hocasına ertesi gün okuyacağı Kur’an sayfasını beraber kaldığı arkadaşları uyuduktan sonra sayıp koyduğu 80 adet fasulye sayısınca okuyarak kendini derse hazırlar.
Mustafa Avşar Hoca İsmail Efendi’den aldığı derslerden sonra İskilip’in Karımış, Hallı, Çetmi gibi köylerinde Hak usulü imamlık yapar. Her durduğu köyde de talebeler yetiştirir. Yine Karımış köyünde imam iken, Ramazan ayı öncesi alışveriş için İskilip' e geldiğinde İskilip Ulu Camiine namaz kılmak için girdiğinde Namazdan sonra Samsun- kavaktan gelmiş bir genç hafızın aşrı şerifini dinler. Aynı hafızın her gün öğle namazında önce mukabele okuyacağını öğrenir. Ramazan ayı boyunca her gün sabah namazını köyde kıldırdıktan sonra öğle namazı öncesi ulu camide mukabele dinler ve 3 saatlik yaya yolu yürüyerek, tekrar Karımış köyüne ikindi namazına yetişir.
Mustafa Avşar Hoca İskilip'te müezzin kayyımlık için açılan imtihanı kazanır. Çeşitli camilerde görev yapar. Bu görevleri esnasında gecesini gündüzünü talebe yetiştirmeye ayırır.
Mekkeli Ömer Hafızdan Talim, Tecvid ve Kıraat dersleri almıştır.
Hocamız her zaman hem hoca hem de talebe olmuştur. Bize de “oğlum okuyan talebe, okutan hocadır” Demiştir. İskilip'te göreve başladığında da kendisi okumayı ve ders almayı bırakmamıştır. İstanbul'da askerliği esnasında Küçük Ayasofya camii İmamı Meşhur İdris Hafızdan Talim, tecvid ve kıraat dersleri alan ve çok sağlam bir hafız olan ve Ramazanlarda teravih namazını hatimle kıldıran, bizimde zaman, zaman cemaati olma şerefine nail olduğumuz Mekkeli Ömer Hafız namıyla meşhur hoca efendiden Talim, Tecvid ve Kıraat dersleri almıştır.
İskilip'te görev yaptığı Camilerden Ulu camii, Yukarı taslı, Kibritçi cami, Şeyh Yavsi Camii Fatih Sultan Mehmet' in davet ederek ülkesine getirttiği Meşhur Alim Ali Kuşçu'nun damadı Şeyh Yavsi Camii yanında yapılan iki odalı küçük medresede yıllarca hafız yetiştirmiştir. Bendeniz Hocamızdan Kur’an okumaya Kibritçi cami müezzini iken başlamışım, hafızlığımı Şeyh Yavsi Camii yanında piketten yapılan iki odalı küçük medresede tamamlamışımdır.
Burada birde Şeyh Yavsi Camiinin kıblesinde eski tarihi tek katlı tek odalı tarihi bir bina vardır. (Eskiden içinde yatır taşları olan metruk bir bina) Bu binanın hocamız tarafından temizlettirildikten sonra Talebeler olarak bura yer yatağında yatardık. Aynı zamanda burasını ders çalışma yeri olarak kullanırdık. Sırası masa masası olmayan bu yerde talebeler, ki dizi üstünde oturarak sallana, sallana ders yaparlardı.
Fakir çocuklarına karşı çok merhametliydi.
Mustafa Avşar hocamız ufku derin derindi. Talebelerini okuttuktan sonra kendi hallerine bırakmazdı. Zaten talebeleri köylerden gelen fakir aile çocuklarıydı. Bizim 11 arkadaşımızla birlikte Hafızlığı bitirdiğimiz dönemde İmam-Hatip okullarının orta kısımları kapatılmıştı. Hocamız bizi kendi eliyle İskilip Orta Okuluna kaydettirdi. Orta Okulun bir sınıfında 11 tane hafız vardı. Hocamız talebelerinin okulda başarılı olması için Medresenin bir odasını günün belli saatlerinde talebelerin etüt yapması için ayırmıştı. Aynı dönemde Lise öğrencisi olan ve hocamızın talebelerinden olan başarıları ile tanınan Yusuf Sağlam, Ali Kılcı ve Mustafa Arlı gibi ağabeylerimiz matematik, fen ve diğer derslerden bizlere kurs verirlerdi.
Hocamızın çocukluğu son derece fakirlik içerisinde geçtiği için fakir çocuklarına karşı çok merhametliydi. Başarılı öğrencilerini bizzat kendi imkanlarıyla taltif ederdi. Çarşamba günleri İskilip’in pazar günüydü. Pazar günleri talebelerin köydeki ailelerinden yufka ekmek, tarhana, bulgur, yoğurt vs. yiyecekler gelirdi. Kursun aşçısı olmadığı için yemek talebeler tarafından sırayla yapılırdı. Başka yemek yapılması bilinmediği için genellikle tarhana çorbası ve bulgur pilavına devam edilirdi.
Kim Kuran’a hizmet ettim de aç kaldım diyen yalan söyler.
Hocamız kendi maaşının belirli bir kısmını ve azda olsa sağdan soldan yapılan yardımları 25, 50, 100 kuruş ve 2,5 lira olarak bozdurur, ders dinlediği küçük odanın sedirin üzerinde oturduğu minderinin altına koyar, dersi güzel okuyan öğrencinin avucunu açar avucunun içine parayı koyardı. Bayramlardan önce de talebelerine bayram harçlığı temin etmeyi hiç ihmal etmezdi. O zamanlar o kuruşlarla; 2,5 liraya lokantadan kuru fasulye, pirinç pilavı ve güveç yenilebiliyordu. Bazen hafız ezberini güzel verdiği zaman cezbeye gelir; “Hıı” diye okuyana moral verirdi.
Hocamız zaman zaman yaptığı konuşmalarda: “Kim ben Kur’an’a hizmet ettim de aç kaldım, açık kaldım derse yalan söyler. Kur’an Âlidir. Okuyanı Âli yapar. Derdi. Eve aldığı 2 ekmeğin birini yolda gördüğü talebesine verirdi. Sofrasından misafiri eksik olmazdı. Bayram sabahları 8-10 kişiyi mutlaka sofrasında ağırlardı. Kurban ve ramazan bayramlarında 1 hafta boyunca evi talebelerinden ve dostlarından olan ziyaretçiler ile dolup taşardı. Gelen misafirlere yemek vaktinde yemek, vakit dışında çay ve baklava ikram edilirdi.
Göreve bağlılık ve sorumluluk duygusu bakımından hocamız herkes tarafından rol model alınması gereken bir şahsiyetti. Maaşını müezzinlik görevinden alırdı. Talebelerinden okutma karşılığından en küçük bir ücret almazdı. Kendisini mecbur kılan bir durum olmadığı halde kar, kış, yağmur, çamur demeden kötü hava şartlarında dahi bir gün bile görevini ihmal etmezdi. Her gün sabah namazından sonra öğleye kadar hafızları ve yüzünden okuyan erkek talebeleri dinler, öğleden sonra ikindiye kadar da kız öğrencileri dinlerdi.
Hocamız hafız değildi. Bir hafız kadar Kur’an’a hakimdi.
Hocamız kendisi hafız değildi. Ancak bir hafız kadar Kur’an’a hakimdi. Hafız yetiştirme konusunda son derece mahirdi. Yerine göre bazı yıllarda sadece hafızlık yapan öğrenci sayısı 35-40’ları bulduğu zamanlarda dahi hangi öğrencinin nereyi hangi cüzü ve hangi sayfaları okuyacağını takip eder, okunan ayetlerin hangi surenin, hangi cüzün hangi sayfasında olduğunu çok hafızdan daha iyi bilirdi.
Ancak Kuran’a yaptığı hizmet sadece hafız yetiştirmekle kalmazdı.
Hocamız sayesinde İskilip'te ramazan heyecanı bir başka yaşanırdı. Mahalle camilerinin tamamında (38 camii) sabah namazından önce talebeleri tarafından mukabele okunurdu. Şehrin merkezinde bulunan 3 büyük (Ulu camii, köprübaşı (Hanönü), Tabakhane camilerinde yine hocamızın talebeleri tarafından 20’şer kişilik guruplar halinde dönüşümlü olarak sabah, öğlen ve ikindi namazlarından önce mukabeleler okunurdu. Hocamız mukabele okunan camilerde öğrencilerine görünmeden onları izlerdi.
Ayrıca her mahallede öncede belirlenmiş bazı evlerde kadınlar için hafız talebelerine gündüzleri mukabele okutturur, akşamları da bazı evlerde kadınlara teravih namazı kıldırmak için yaşı müsait olan bir hafız imam ve bir de müezzin görevlendirirdi.
Bazı zamanlarında talebe okutması engellenmiştir.
Hocamızın resmi görevi müezzinlikti. Kur’an kursu hocalığı görevini fahri olarak yürütüyordu. Kadrosu Kur’an Kursu hocalığı olmadığı için bazı dönemlerde talebe okutması engellenmiştir. Hatta sürgün bile edilmiştir. Hocamız bugünkü anlamda hiçbir zaman aşçısı, bulaşıkçısı, temizlikçisi olan sıralı masalı çok katlı modern binalarda görev yapma imkânı bulamamıştır. Talebe okutma görevini ya camilerde yürütmüş ya da Şeyh Yavsi camii yanındaki metruk bina gibi veya 1942 yılında Vakıflar genel Müdürlüğü tarafında şahıslara verilen, bir süre ardiye olarak ta kullanılan hocamız tarafından onartılıp, yatılı kuran kursu olarak bir hizmet yuvasına döndürülen Şeyh Muslihiddin Attar (Çakmak dede) mescidi gibi son derece namüsait yerlerde görevini ifa etmiştir.
Şunu da ifade etmek isterim ki, Evliya Çelebi seyahatnamesinde; “ilim ve hikmet hazinesi, hilm ve istikamette tek, sır köprüsü” olarak ismi geçen; Bayramiye tarikatına mensup Akşemseddin Hazretlerinin halifesi Şeyh Muslihiddin Attar’ın (Çakmak dede) İskilipliler tarafından bilinmesine ve tanınmasına hocamız vesile olmuştur.
Talebe okutacak yer bulamadığı zaman evini kursa çevirmiştir.
Ancak yine de hocamız Kur’an’a hizmet sevdasından vaz geçmemiş talebe okutacak yer bulamadığı veya hizmeti kısıtlandığı zamanlarda talebe okutma işine kendi evinde sürdürmüştür. Evi bu talebi karşılayamayınca İSEKDAV vakfını kurarak kendi yaptırdığı Kur’an kursunda uzun yıllar daha talebe yetiştirmeye devam etmiştir.
Mustafa Avşar Hoca okuma yazmayı askerde öğrenen ve ilk okul diplomasını dışarıdan imtihana girerek almasına rağmen rol model bir eğitimci idi. Talebelerini kendi çocuklarından asla ayırmazdı. Ahmet Avşar Hoca, Mustafa Avşar hocamızın oğludur. (Ahmet Avşar Hoca Konya Yüksek İslam Enstitüsü Fıkıh Kelam bölümü mezunu olup, Haseki Aşere Takrip Üçüncü dönem kıraat mezunudur. Şu anda İstanbul Fatih Müftülüğünde baş Kuran hocalığından emeklidir.) Ahmet Avşar Hoca ile aynı dönemde hafızlık yaptıktan sonra Orta okulu, İmam-Hatip Lisesini aynı okulda ve hep aynı sınıflarda okuyarak mezun olduk. Konya Yüksek İslam Enstitüsünü de de birlikte tamamladık.
Talebeleri ile çocukları arasına bir mesafe koymamıştır.
Tüm zamanlarda Hocamız kendi çocukları ile talebeleri arasına hiçbir mesafe koymamıştır. Her zaman hem hocamız hem velimiz olarak sürekli talebeleri olan bizleri takip etmiştir. Amasya İmam-Hatip Lisesinde 11 (daha sonra bu sayı artmıştır) ve Konya Yüksek İslam Enstitüsünde aynı dönemde okuduğumuz 5 öğrencisini bizzat gelerek irtibatını sürdürmüştür.
Hocamız için talebelerinin durumunu sadece talebe iken değil onları sorumluk üstlendikleri zaman da görmek ve kontrol etmek istemesinin sebebi yaptığı hizmetin hedefine ulaşıp ulaşmadığını görmesi açısından çok önemliydi. Bu açıdan hocam hep benim baş öğretmenim, onun eğitim öğretimde uyguladığı yol, yolum olmuştur.
Hocamızın oğlu ve üç damadının üçü de hem hafızı hem de talebesidir. Bendeniz de Köyümüzden ilkokul arkadaşım Mürsel Turbay ile birlikte hocamıza ilk talebe olma şerefine nail oldum. Benden sonra köyümüzde başta yeğenlerim olmak üzere hocamızın onlarca hafız talebesi olmuştur. Kendi imkanları ile okuma gücü olmayan talebelerini çeşitli illerdeki İmam-hatip Lisesi Müdürlerini arayarak oralarda okumalarını sağlamıştır.
Hocamız Askerlik döneminde geçirdiği soğuk algınlığı sebebiyle astım bronşit ve aynı zamanda şeker hastası idi. 2005 yılının 18 Nisan’ında yetiştirdiği binlerce hafızını geride bırakarak 80 yaşında hayatını kaybetmiştir.
Bugün ben dahil Mustafa Avşar (Tavukçu) Hocamızın talebelerinin bulunduğu konum ne ise hep ona borçluyuzdur. Biz bunun şuurundayız. Sadece vefat yıldönümlerinde değil her zaman okunan hatimler ve dualarla Onu dilimizde ve gönlümüzde yaşatmanın gayreti içindeyiz.
Hocamızın, eşi Ayşe annemizin ve hocamızın dostlarının Ruhları şad, mekânları cennet olsun.
Hocamız hakkında bu yazıyı kaleme alınırken Hocamızın oğlu değerli kardeşim dostum Ahmet Avşar Hoca’nın bilgisinden istifade ettim. Kendisine gönülden teşekkür ediyorum.
Not: bu yazıyı bazı düzeltmeler yaparak kaleme almamın sebebi hocamız hakkında bilinmeyenleri bilinmesine hocamızın azmini, gayretini, sabrını, hafız yetiştirme konusundaki metodunu bizden sonraki nesillere aktarılmasına vesile olmaktır. 19.4.2025
Mustafa Kır
EĞİTİMCİ YÖNETİCİ